29/7/2020 tarihli ve 7253 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunda Bir Kısım Hükümlerin İptali Talebine İlişkin Değerlendirme
A. 29/7/2020 tarihli ve 7253 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un;
1. 1. maddesiyle 4/5/2007 tarihli ve 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun’un 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasına eklenen (s) bendinin, “Sosyal ağ sağlayıcı: *Sosyal etkileşim* amacıyla kullanıcıların internet ortamında metin, görüntü, ses, konum gibi içerikleri *oluşturmalarına, görüntülemelerine veya paylaşmalarına* imkân sağlayan gerçek veya tüzel kişileri, ifade eder.” Dava konusu kuralla sosyal ağ sağlayıcı tanımlanmaktadır. Üst kısımda verilen kanun maddesinde kalın punto ile yazılan kısımların net kavramlar olmadığı ifade edilmiş ve belirsizlik ve öngörülemez nitelikte olduğundan dolayı anayasaya aykırı olduğu ileri sürülmüştür. Hukuk devletinin temel unsurlarından biri belirlilik iken belirsiz hukuk kurallarının keyfi uygulamalara yol açmaması gerektiği Anayasa Mahkemesince belirtilmiştir. Ancak söz konusu kural gerekçesiyle birlikte açıklanmış, genel ve soyut anlatımın internet gibi sınırlarının tespit edilebilmesinin zor olduğu sanal bir ortamdan kaynakladığını ifade ederek ilgili kuralın kamu yararını sağlaması amacıyla ihdas edildiği sonucuna ulaştığını ifade etmiştir. Bu nedenle iptal talebinin reddi gerekir.
2. 2. maddesiyle 5651 sayılı Kanun’un 3. maddesine eklenen (5) numaralı fıkranın, (5) (Ek:29/7/2020-7253/2 md.) Bu Kanun kapsamında verilen idari para cezaları, muhatabın yurt dışında bulunması hâlinde Kurum tarafından doğrudan muhataba üçüncü fıkradaki usulle de bildirilebilir. Bu bildirim 11/2/1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanununa göre yapılan tebligat hükmündedir. Bu bildirimin yapıldığı tarihi izleyen beşinci günün sonunda tebligat yapılmış sayılır.” Dilekçe, dava konusu kuralın, gönderilen e-posta ya da bildirimin alıcıya ulaşıp ulaşmadığının belirlenememesi durumunda, tebligatın geçerli sayılmasının savunma ve dava haklarını engelleyici bir etki yarattığını ileri sürmektedir. Bu durumun hak arama özgürlüğü ve etkili başvuru hakkıyla çeliştiği, ayrıca Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşme hükümlerini ihlal ettiği, hukuki belirlilik taşımadığı ve eşitsizlik ilkesine aykırı olduğu vurgulanmıştır. Dolayısıyla, dilekçe kuralın Anayasa'ya aykırı olduğunu iddia etmektedir. Anayasa Mahkemesi ilgili kuralın, hak arama özgürlüğü, mahkemeye erişim ve eşitlik ilkesi açısından sıkıntılı olmadığını belirli ve öngörülebilir olduğunu kabul etmiştir. Hukuk devleti ışığında yapmış olduğu yorumla anayasal ilkelere aykırılık tespit edememiştir.
3. 3. maddesiyle 5651 sayılı Kanun’un 5. maddesinin (6) numaralı fıkrasında yer alan “…on bin Türk Lirasından yüz bin Türk Lirasına…” ibaresinin “…yüz bin Türk lirasından bir milyon Türk lirasına…” şeklinde değiştirilmesinin, Dilekçede dava konusu kuralla uygulanacak idari para cezası tutarlarının on kat artırıldığı, bu artırımın ölçüsüz olduğu, söz konusu idari para cezasının uygulanmasında Başkan’a keyfî bir takdir yetkisinin tanındığı belirtilerek kuralın Anayasa’nın 2. ve 13. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür. Anayasa mahkemesi yapmış olduğu inceleme sonucunda ilgili kuralın, Kanun’daki yükümlülüklerini yerine getirmeyen yer sağlayıcı hakkında idari para cezası verilmesini öngörmek suretiyle teşebbüs özgürlüğüne sınırlama getirmektedir. Kuralda alt ve üst sınırları gösterilen idari para cezasının tespit edilmesinde hangi ölçütlerin dikkate alınacağı belirtilmemiştir. Ancak 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesinde anılan Kanun’un genel hükümlerinin idari para cezası yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında uygulanacağı hükme bağlanmış, aynı Kanun'un 17. maddesinin (2) numaralı fıkrasında da alt ve üst sınırı gösterilmiş idari para cezasının miktarı belirlenirken işlenen kabahatin haksızlık içeriği ile failin kusuru ve ekonomik durumunun birlikte göz önünde bulundurulacağı belirtilmiştir. Bu nedenle Başkan, yer sağlayıcılara verilecek idari para cezasının miktarını belirlerken 5326 sayılı Kanun'un 17. maddesinde belirtilen ölçütlere uymak zorundadır. Dolayısıyla idari para cezasının tespitinde hiçbir ölçütün belirlenmediği ve kuralla idarenin keyfî bir şekilde ceza takdir etmesine imkân sağlandığı söylenemeyeceği ve bu itibarla teşebbüs özgürlüğüne sınırlama getiren kuralın belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir nitelikte olduğu, dolayısıyla kanunilik ölçütünü sağladığı anlaşılmaktadır. Ayrıca Kanun kapsamındaki yükümlülüklerini getirmemesi durumunda idari para cezasına katlanmak zorunda olmasını öngörmek suretiyle caydırıcılık fonksiyonu görmekte; böylece yer sağlayıcıların internet ortamında yerine getirdikleri işlevin büyüklüğünden kaynaklanan ve kamusal alana da hizmet eden yükümlülüklerinin gereğini yapmalarının sağlanması niteliğinde sosyal bir amaca hizmet etmektedir. Yani anayasal olarak meşru bir amaca dayandığı söylenebilir. Böylece iptal talebi reddedilmiştir.
4. 4. maddesiyle 5651 sayılı Kanun’un 8. maddesinin; a. (4) numaralı fıkrasının birinci cümlesinde yer alan “…erişimin engellenmesi…” ibaresinin “…içeriğin çıkarılması ve/veya erişimin engellenmesi…” şeklinde değiştirilmesinde bulunan “…içeriğin çıkarılması ve/veya…” ibaresinin, b. (11) numaralı fıkrasının birinci cümlesinde yer alan “…erişim sağlayıcısına,…” ibaresinin “…ilgili içerik, yer ve erişim sağlayıcısına,…” şeklinde değiştirilmesinin, Başvuruda yer sağlayıcı ve erişim sağlayıcıların içerik kaynaklı sorumluluklarının genişletilerek hukuka aykırı içeriğin kaldırılma sorumluluğunun içerik sağlayıcıdan istenmesi gerektiği kuralının yer sağlayıcılara da getirildiğini savunmaktadır. Ayrıca, idari nitelikli içerik çıkarma kararlarının hızla uygulanabileceği ancak bu kararın hukuken hatalı olması durumunda düzeltilmesinin uzun zaman alabileceği, yurt dışındaki yer sağlayıcıya yönelik içerik çıkarma tedbirinin uluslararası hukuka aykırı olduğu ve devletin yargı yetkisinin sınırlarını aştığı iddialarıyla, bu kuralların Anayasa'ya aykırı olduğunu öne sürmektedir. Anayasa Mahkemesi masumiyet karinesi uyarınca yaptığı incelemede öngörülen tedbirin ceza yargılaması sürecinden kopuk ve Başkan tarafından yapılacak bir suç tespitine bağlı olarak uygulanan nihai bir tedbir niteliğinde olduğunu belirlemiştir. Başkan tarafından uygulanan idari tedbir, tedbirin uygulamasının gerekçesini oluşturan suçla ilgili olarak başlatılan ceza soruşturması sürecinde gözden geçirilememekte, yargılama mahkûmiyet dışında bir hükümle neticelense bile içeriğin çıkarılması kararı ayakta kalmaya devam etmektedir. Bu durumda, masumiyet karinesinin birinci boyutunu oluşturan ve bir kimsenin suçlu olduğu kesinleşmiş bir mahkeme kararıyla tespit edilene kadar ona suçlu gibi muamele edilemeyeceğine ilişkin güvence anlamsız hâle gelmekte olduğunu ifade etmiştir. Sonuc olarak ceza kanunlarında suç olarak düzenlenen eylemlerin işlendiğinin henüz kesinleşmiş bir mahkeme kararıyla tespit edilmeden idari bir makamın yapacağı suç tespitine bağlı olarak nihai bir tedbir mahiyetinde olan içeriğin çıkarılması kararı verilmesinin ve bu kararın icra edilmemesi durumunda idari para cezası uygulanmasının masumiyet karinesini ihlal ettiğini belirlemiştir. Sonuç olarak “…erişimin engellenmesi…” ibaresinin “…içeriğin çıkarılması ve/veya erişimin engellenmesi…” şeklinde ve (11) numaralı fıkrasının birinci cümlesinde yer alan “…erişim sağlayıcısına, …” ibaresinin “…ilgili içerik, yer ve erişim sağlayıcısına, …” şeklinde değiştirilmesi öngörülmüştür.
5. 5. maddesiyle 5651 sayılı Kanun’un 9. maddesinin; a. (5) numaralı fıkrasında yer alan “…erişimin engellenmesi…” ibaresinin “…içeriğin çıkarılması ve/veya erişimin engellenmesi...” şeklinde değiştirilmesinin, b. Değiştirilen (8) numaralı fıkrasının, c. (9) numaralı fıkrasının birinci cümlesinde yer alan “…erişimin engellenmesi…” ibaresinin “…içeriğin çıkarılması ve/veya erişimin engellenmesi…” şeklinde değiştirilmesinin, ç. Eklenen (10) numaralı fıkrasının, d. (11) numaralı fıkrasında yer alan “…sorumlu kişi,…” ibaresinin “…içerik, yer ve erişim sağlayıcıların sorumluları,…” şeklinde değiştirilmesinin, Başvuru dilekçesinde dava konusu kuralların içeriğin çıkarılması veya erişimin engellenmesi kararının hukuki niteliğinin belirsiz olduğunu ve koruma tedbiri olarak kabul edilemeyeceğini savunmaktadır. Suç veya ceza soruşturması olmaksızın hakların ihlal edilmesi durumunda sulh ceza hakimliklerince karar verilebileceği iddiasını, bu yöntemin hukuk sistematiğine aykırı olduğunu öne sürmektedir. Ayrıca, kuralların hangi temel hakları koruduğunun belirsiz olduğunu, özel hayatın gizliliğini koruma amacına rağmen belirsizlik içerdiğini ve keyfi müdahalelere karşı yeterli güvence içermediğini iddia etmektedir. İfade ve basın özgürlüklerini ölçüsüz biçimde sınırlandığı, belirsizlikler içerdiği ve sansür mekanizması yarattığı öne sürülmüş, ayrıca, Anayasa Mahkemesi'nin daha önceki bir kararı referans gösterilerek kuralların Anayasa'nın çeşitli maddelerine aykırı olduğu belirtilmiştir. Anayasa Mahkemesi dava ve itiraz konusu kuralların kişilik haklarına yapılan saldırılara karşı internet içeriğinin sınırlanmasına yönelik kademeli bir müdahale yöntemi sunmadığını ve sınırlamanın süresiz olduğunu belirtmektedir. Bu durumun ifade ve basın özgürlüklerine ağır bir müdahale teşkil ettiği vurgulanmış, kuralların kamusal makamların takdir yetkisini daraltmadığı, keyfi davranışları engelleyecek güvenceleri barındırmadığı, internet üzerinde zararlı içeriklerle mücadele için alternatif usullerin bulunduğu ancak bu kurallara başvurulmasına gerek olmadığı ifade edilmiştir. Sonuç olarak, kuralların yargılama hukukunun usule ilişkin güvencelerini sağlamadığı ve demokratik toplum düzeninin gerekliliklerine uygun ve orantılı karar verilmesini sağlayacak güvenceleri içermediği iddia edilmiştir. Açıklanan nedenlerle kurallar, Anayasa’nın 13., 26. ve 28. maddelerine aykırı bulunmuş ve iptalleri gerektiği ifade edilmiştir. Sonuç olarak (5) numaralı fıkrasında yer alan “…erişimin engellenmesi…” ibaresinin “…içeriğin çıkarılması ve/veya erişimin engellenmesi...” şeklinde değiştirilmesi, değiştirilen (8) numaralı fıkrasının (9) numaralı fıkrasının birinci cümlesinde yer alan “…erişimin engellenmesi…” ibaresinin “…içeriğin çıkarılması ve/veya erişimin engellenmesi…” şeklinde değiştirilmesi, (9) numaralı fıkrasından sonra gelmek üzere eklenen (10) numaralı fıkrasının, (11) numaralı fıkrasında yer alan “…sorumlu kişi,…” ibaresinin “…içerik, yer ve erişim sağlayıcıların sorumluları,…” şeklinde değiştirilmesi öngörülmüştür.
6. 6. maddesiyle 5651 sayılı Kanun’a eklenen ek 4. maddenin, Dava konusu kurala 13/10/2022 tarihli ve 7418 sayılı Kanun’un 34. maddesiyle fıkralar eklenmiş, kuralın (1) numaralı fıkrasının üçüncü cümlesi değiştirilmiş, anılan fıkrası ile (4) numaralı fıkrasına cümleler eklenmiş ve (9) numaralı fıkrasının ikinci cümlesi yürürlükten kaldırılmıştır. Açıklanan nedenle Anayasa Mahkemesi konusu kalmayan maddeye ilişkin iptal talebi hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar vermiştir.
1. 1. maddesiyle 4/5/2007 tarihli ve 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun’un 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasına eklenen (s) bendinin, “Sosyal ağ sağlayıcı: *Sosyal etkileşim* amacıyla kullanıcıların internet ortamında metin, görüntü, ses, konum gibi içerikleri *oluşturmalarına, görüntülemelerine veya paylaşmalarına* imkân sağlayan gerçek veya tüzel kişileri, ifade eder.” Dava konusu kuralla sosyal ağ sağlayıcı tanımlanmaktadır. Üst kısımda verilen kanun maddesinde kalın punto ile yazılan kısımların net kavramlar olmadığı ifade edilmiş ve belirsizlik ve öngörülemez nitelikte olduğundan dolayı anayasaya aykırı olduğu ileri sürülmüştür. Hukuk devletinin temel unsurlarından biri belirlilik iken belirsiz hukuk kurallarının keyfi uygulamalara yol açmaması gerektiği Anayasa Mahkemesince belirtilmiştir. Ancak söz konusu kural gerekçesiyle birlikte açıklanmış, genel ve soyut anlatımın internet gibi sınırlarının tespit edilebilmesinin zor olduğu sanal bir ortamdan kaynakladığını ifade ederek ilgili kuralın kamu yararını sağlaması amacıyla ihdas edildiği sonucuna ulaştığını ifade etmiştir. Bu nedenle iptal talebinin reddi gerekir.
2. 2. maddesiyle 5651 sayılı Kanun’un 3. maddesine eklenen (5) numaralı fıkranın, (5) (Ek:29/7/2020-7253/2 md.) Bu Kanun kapsamında verilen idari para cezaları, muhatabın yurt dışında bulunması hâlinde Kurum tarafından doğrudan muhataba üçüncü fıkradaki usulle de bildirilebilir. Bu bildirim 11/2/1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanununa göre yapılan tebligat hükmündedir. Bu bildirimin yapıldığı tarihi izleyen beşinci günün sonunda tebligat yapılmış sayılır.” Dilekçe, dava konusu kuralın, gönderilen e-posta ya da bildirimin alıcıya ulaşıp ulaşmadığının belirlenememesi durumunda, tebligatın geçerli sayılmasının savunma ve dava haklarını engelleyici bir etki yarattığını ileri sürmektedir. Bu durumun hak arama özgürlüğü ve etkili başvuru hakkıyla çeliştiği, ayrıca Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşme hükümlerini ihlal ettiği, hukuki belirlilik taşımadığı ve eşitsizlik ilkesine aykırı olduğu vurgulanmıştır. Dolayısıyla, dilekçe kuralın Anayasa'ya aykırı olduğunu iddia etmektedir. Anayasa Mahkemesi ilgili kuralın, hak arama özgürlüğü, mahkemeye erişim ve eşitlik ilkesi açısından sıkıntılı olmadığını belirli ve öngörülebilir olduğunu kabul etmiştir. Hukuk devleti ışığında yapmış olduğu yorumla anayasal ilkelere aykırılık tespit edememiştir.
3. 3. maddesiyle 5651 sayılı Kanun’un 5. maddesinin (6) numaralı fıkrasında yer alan “…on bin Türk Lirasından yüz bin Türk Lirasına…” ibaresinin “…yüz bin Türk lirasından bir milyon Türk lirasına…” şeklinde değiştirilmesinin, Dilekçede dava konusu kuralla uygulanacak idari para cezası tutarlarının on kat artırıldığı, bu artırımın ölçüsüz olduğu, söz konusu idari para cezasının uygulanmasında Başkan’a keyfî bir takdir yetkisinin tanındığı belirtilerek kuralın Anayasa’nın 2. ve 13. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür. Anayasa mahkemesi yapmış olduğu inceleme sonucunda ilgili kuralın, Kanun’daki yükümlülüklerini yerine getirmeyen yer sağlayıcı hakkında idari para cezası verilmesini öngörmek suretiyle teşebbüs özgürlüğüne sınırlama getirmektedir. Kuralda alt ve üst sınırları gösterilen idari para cezasının tespit edilmesinde hangi ölçütlerin dikkate alınacağı belirtilmemiştir. Ancak 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 3. maddesinde anılan Kanun’un genel hükümlerinin idari para cezası yaptırımını gerektiren bütün fiiller hakkında uygulanacağı hükme bağlanmış, aynı Kanun'un 17. maddesinin (2) numaralı fıkrasında da alt ve üst sınırı gösterilmiş idari para cezasının miktarı belirlenirken işlenen kabahatin haksızlık içeriği ile failin kusuru ve ekonomik durumunun birlikte göz önünde bulundurulacağı belirtilmiştir. Bu nedenle Başkan, yer sağlayıcılara verilecek idari para cezasının miktarını belirlerken 5326 sayılı Kanun'un 17. maddesinde belirtilen ölçütlere uymak zorundadır. Dolayısıyla idari para cezasının tespitinde hiçbir ölçütün belirlenmediği ve kuralla idarenin keyfî bir şekilde ceza takdir etmesine imkân sağlandığı söylenemeyeceği ve bu itibarla teşebbüs özgürlüğüne sınırlama getiren kuralın belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir nitelikte olduğu, dolayısıyla kanunilik ölçütünü sağladığı anlaşılmaktadır. Ayrıca Kanun kapsamındaki yükümlülüklerini getirmemesi durumunda idari para cezasına katlanmak zorunda olmasını öngörmek suretiyle caydırıcılık fonksiyonu görmekte; böylece yer sağlayıcıların internet ortamında yerine getirdikleri işlevin büyüklüğünden kaynaklanan ve kamusal alana da hizmet eden yükümlülüklerinin gereğini yapmalarının sağlanması niteliğinde sosyal bir amaca hizmet etmektedir. Yani anayasal olarak meşru bir amaca dayandığı söylenebilir. Böylece iptal talebi reddedilmiştir.
4. 4. maddesiyle 5651 sayılı Kanun’un 8. maddesinin; a. (4) numaralı fıkrasının birinci cümlesinde yer alan “…erişimin engellenmesi…” ibaresinin “…içeriğin çıkarılması ve/veya erişimin engellenmesi…” şeklinde değiştirilmesinde bulunan “…içeriğin çıkarılması ve/veya…” ibaresinin, b. (11) numaralı fıkrasının birinci cümlesinde yer alan “…erişim sağlayıcısına,…” ibaresinin “…ilgili içerik, yer ve erişim sağlayıcısına,…” şeklinde değiştirilmesinin, Başvuruda yer sağlayıcı ve erişim sağlayıcıların içerik kaynaklı sorumluluklarının genişletilerek hukuka aykırı içeriğin kaldırılma sorumluluğunun içerik sağlayıcıdan istenmesi gerektiği kuralının yer sağlayıcılara da getirildiğini savunmaktadır. Ayrıca, idari nitelikli içerik çıkarma kararlarının hızla uygulanabileceği ancak bu kararın hukuken hatalı olması durumunda düzeltilmesinin uzun zaman alabileceği, yurt dışındaki yer sağlayıcıya yönelik içerik çıkarma tedbirinin uluslararası hukuka aykırı olduğu ve devletin yargı yetkisinin sınırlarını aştığı iddialarıyla, bu kuralların Anayasa'ya aykırı olduğunu öne sürmektedir. Anayasa Mahkemesi masumiyet karinesi uyarınca yaptığı incelemede öngörülen tedbirin ceza yargılaması sürecinden kopuk ve Başkan tarafından yapılacak bir suç tespitine bağlı olarak uygulanan nihai bir tedbir niteliğinde olduğunu belirlemiştir. Başkan tarafından uygulanan idari tedbir, tedbirin uygulamasının gerekçesini oluşturan suçla ilgili olarak başlatılan ceza soruşturması sürecinde gözden geçirilememekte, yargılama mahkûmiyet dışında bir hükümle neticelense bile içeriğin çıkarılması kararı ayakta kalmaya devam etmektedir. Bu durumda, masumiyet karinesinin birinci boyutunu oluşturan ve bir kimsenin suçlu olduğu kesinleşmiş bir mahkeme kararıyla tespit edilene kadar ona suçlu gibi muamele edilemeyeceğine ilişkin güvence anlamsız hâle gelmekte olduğunu ifade etmiştir. Sonuc olarak ceza kanunlarında suç olarak düzenlenen eylemlerin işlendiğinin henüz kesinleşmiş bir mahkeme kararıyla tespit edilmeden idari bir makamın yapacağı suç tespitine bağlı olarak nihai bir tedbir mahiyetinde olan içeriğin çıkarılması kararı verilmesinin ve bu kararın icra edilmemesi durumunda idari para cezası uygulanmasının masumiyet karinesini ihlal ettiğini belirlemiştir. Sonuç olarak “…erişimin engellenmesi…” ibaresinin “…içeriğin çıkarılması ve/veya erişimin engellenmesi…” şeklinde ve (11) numaralı fıkrasının birinci cümlesinde yer alan “…erişim sağlayıcısına, …” ibaresinin “…ilgili içerik, yer ve erişim sağlayıcısına, …” şeklinde değiştirilmesi öngörülmüştür.
5. 5. maddesiyle 5651 sayılı Kanun’un 9. maddesinin; a. (5) numaralı fıkrasında yer alan “…erişimin engellenmesi…” ibaresinin “…içeriğin çıkarılması ve/veya erişimin engellenmesi...” şeklinde değiştirilmesinin, b. Değiştirilen (8) numaralı fıkrasının, c. (9) numaralı fıkrasının birinci cümlesinde yer alan “…erişimin engellenmesi…” ibaresinin “…içeriğin çıkarılması ve/veya erişimin engellenmesi…” şeklinde değiştirilmesinin, ç. Eklenen (10) numaralı fıkrasının, d. (11) numaralı fıkrasında yer alan “…sorumlu kişi,…” ibaresinin “…içerik, yer ve erişim sağlayıcıların sorumluları,…” şeklinde değiştirilmesinin, Başvuru dilekçesinde dava konusu kuralların içeriğin çıkarılması veya erişimin engellenmesi kararının hukuki niteliğinin belirsiz olduğunu ve koruma tedbiri olarak kabul edilemeyeceğini savunmaktadır. Suç veya ceza soruşturması olmaksızın hakların ihlal edilmesi durumunda sulh ceza hakimliklerince karar verilebileceği iddiasını, bu yöntemin hukuk sistematiğine aykırı olduğunu öne sürmektedir. Ayrıca, kuralların hangi temel hakları koruduğunun belirsiz olduğunu, özel hayatın gizliliğini koruma amacına rağmen belirsizlik içerdiğini ve keyfi müdahalelere karşı yeterli güvence içermediğini iddia etmektedir. İfade ve basın özgürlüklerini ölçüsüz biçimde sınırlandığı, belirsizlikler içerdiği ve sansür mekanizması yarattığı öne sürülmüş, ayrıca, Anayasa Mahkemesi'nin daha önceki bir kararı referans gösterilerek kuralların Anayasa'nın çeşitli maddelerine aykırı olduğu belirtilmiştir. Anayasa Mahkemesi dava ve itiraz konusu kuralların kişilik haklarına yapılan saldırılara karşı internet içeriğinin sınırlanmasına yönelik kademeli bir müdahale yöntemi sunmadığını ve sınırlamanın süresiz olduğunu belirtmektedir. Bu durumun ifade ve basın özgürlüklerine ağır bir müdahale teşkil ettiği vurgulanmış, kuralların kamusal makamların takdir yetkisini daraltmadığı, keyfi davranışları engelleyecek güvenceleri barındırmadığı, internet üzerinde zararlı içeriklerle mücadele için alternatif usullerin bulunduğu ancak bu kurallara başvurulmasına gerek olmadığı ifade edilmiştir. Sonuç olarak, kuralların yargılama hukukunun usule ilişkin güvencelerini sağlamadığı ve demokratik toplum düzeninin gerekliliklerine uygun ve orantılı karar verilmesini sağlayacak güvenceleri içermediği iddia edilmiştir. Açıklanan nedenlerle kurallar, Anayasa’nın 13., 26. ve 28. maddelerine aykırı bulunmuş ve iptalleri gerektiği ifade edilmiştir. Sonuç olarak (5) numaralı fıkrasında yer alan “…erişimin engellenmesi…” ibaresinin “…içeriğin çıkarılması ve/veya erişimin engellenmesi...” şeklinde değiştirilmesi, değiştirilen (8) numaralı fıkrasının (9) numaralı fıkrasının birinci cümlesinde yer alan “…erişimin engellenmesi…” ibaresinin “…içeriğin çıkarılması ve/veya erişimin engellenmesi…” şeklinde değiştirilmesi, (9) numaralı fıkrasından sonra gelmek üzere eklenen (10) numaralı fıkrasının, (11) numaralı fıkrasında yer alan “…sorumlu kişi,…” ibaresinin “…içerik, yer ve erişim sağlayıcıların sorumluları,…” şeklinde değiştirilmesi öngörülmüştür.
6. 6. maddesiyle 5651 sayılı Kanun’a eklenen ek 4. maddenin, Dava konusu kurala 13/10/2022 tarihli ve 7418 sayılı Kanun’un 34. maddesiyle fıkralar eklenmiş, kuralın (1) numaralı fıkrasının üçüncü cümlesi değiştirilmiş, anılan fıkrası ile (4) numaralı fıkrasına cümleler eklenmiş ve (9) numaralı fıkrasının ikinci cümlesi yürürlükten kaldırılmıştır. Açıklanan nedenle Anayasa Mahkemesi konusu kalmayan maddeye ilişkin iptal talebi hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar vermiştir.